Gezgin ruhlar herşeyden beslenebilir; bir kitaptan, bir filmden veya bir fotoğraf karesinden... Beslenir ve dalar hayallere. Ne de olsa her şey hayal etmekle başlar! İlk defa izlememin üzerinden yıllar geçmesine rağmen; ne zaman izlesem aynı derecede etkilendiğim, çekildiği mekanlarda bizzat bulunmak istediğim ve filmin izinde, fantastik bir gezi rotası bile belirlediğim, Hint yönetmen Tarsem Singh'ın filmi "The Fall" sizi de kışkırtsın, size de hayaller kurdursun diye buradaki yerini alıyor!
1920'li yıllarda Los Angelos'ta bir hastanede başlayan hikaye; fiziksel olarak hep o hastanede geçse de zihinsel olarak resmen Dünya turuna çıkıyor. Bir film çekimi esnasında yaralanan dublör Roy ile portakal ağacından düşüp kolunu kıran, inanılmaz tatlı, dört yaşındaki Alexandria'nın hikayelerle başlayan dostluğu filmin ana konusu. Hem işte hem de aşkta yüzü gülmeyen, hayattan vazgeçmiş Roy'un anlattığı hikayeler; tüm çocuklar gibi hayat dolu olan Alexandria'nın, etrafındaki insanları başrollere koyduğu fantastik bir masala dönüşüyor. Zalim vali Odious'tan intikam alma yemini etmiş beş mistik kahramanın bu öyküsü; müthiş mekan seçimleriyle, kostümlerle, renklerle, dokularla izleyeni başka bir boyuta taşıyıp adeta hipnoz ediyor. Benim gibi gezgin ruhlara da bolca hayal kurduruyor!
Çekimlerinde hiç özel efekt kullanılmayan film, tamamen gerçek mekanlarda çekilmiş. Tek bir kare için bile o ülkeye gitmekten çekinilmemiş. Sonuç olarak da; 18 ülkede, 24 farklı yerde çekilen filmin tamamlanması 4 yılı bulmuş. Çekimlerin yapıldığı ülkeler ise; Güney Amerika, Hindistan, Birleşik Krallık, Bali, Fiji, İtalya, İspanya, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Çin, Arjantin, Brezilya, Şile, Türkiye, Mısır ve Kamboçya.
Filmi izledikten ve ilk büyülenmeyi atlattıktan sonra hemen google'a sarılıyorum ve sıkı bir araştırma sonrasında filmde gördüğüm o muhteşem yerlerin nereler olduğunu buluyorum. Bu filmde görüp varlığından haberdar olduğum ve gidilecek yerler listeme eklediğim çok yer oluyor. Hint yönetmen sayesinde Hindistan'daki mimari potansiyelin de farkına varıyorum. Sinema uzmanlık alanım olmasa da bu işten anlayanlar tarafından da oldukça başarılı bulunan bu film, kesinlikle izlenmesi gereken filmler listesinde yerini almalı. Filmin büyüleyen renklerle, sanatsal değerlerle dolu sahneleri ve bu sahnelerin yer aldığı büyüleyici mekanlardan sizler için seçtiklerim şöyle;
Naukluft Milli Parkı, Namibya
Bu film sayesinde dağarcığıma kattığım en önemli yer. Afrika'nın güneybatı ucundaki Namibya'da Namib-Naukluft Milli Parkı sınırlarında yer alan çöl, gerçek üstü mekanlar sunuyor. Bölgedeki en meşhur yerlerden biri olan Sossus Vlei; yüksek, kırmızı kum tepelerinin çevrelediği, tuz ve kilden oluşan kurumuş bir göl. Bu bölgeye 2 km mesafede başka bir "Vlei" olan Dead Vlei ise; bir zamanlar akasya ağaçlarıyla dolu bir vahaymış. Günümüzde tamamen kurumuş olan bu ağaçların yaşları 550! Siyah gövde ve dallarıyla ölü ağaçlar; hala üzerinde tutundukları açık renk kum yüzeyle ve arkalarında yükselen kızıl-turuncu kum tepeleriyle hayranlık verici tezatlıklar oluşturuyor. Milli parkta adı sıkça geçen "vlei" kelimesinin yerel dildeki anlamı ise; sığ, küçük ve mevsimsel olarak oluşan göl demekmiş. Bu film sayesinde görmek istediğim ülkeler listesinde ilk sıraya yerleşiyor Namibya. Çöl, okyanus, safari, doğa, yerli kabileler... O kadar çeşitlilik sunuyor ki Namibya; araştırdıkça, okudukça orada bulunma arzusu daha da körükleniyor!
Pangong Tso Gölü, Çin-Hindistan
Doğaya hayran olma sebeplerinden biri daha! Çin ve Hindistan sınırında bulunan Pangong Gölü 604 km² büyüklüğünde ve yaklaşık %60'ı Çin topraklarında bulunuyor. Tabii ki bu durum iki ülke arasında tatsızlıkların yaşanmasına da sebebiyet vermiş ama geçerli bir sebepleri var gibi duruyor! Himayalarda, 4350 metre yükseklikle bulunan bu göl, tahmin edersiniz ki kışın tamamen donuyor. Yılın her mevsimi bambaşka bir tablo çizen doğanın bu sanat eseri görülmeye değer.
Tegallalang Pirinç Tarlaları, Endonezya
Haritalarda yer alan izohips eğrilerinin yeşillenip su ile buluşmasıyla üçüncü boyuta taşınmış gibi duran bu tarlalar; son yıllarda turist akınına uğrayan Bali'nin en turistik noktalarından biri. Yer yer palmiye ağaçlarıyla süslenmiş bu yeşil pirinç teraslarının neden bu kadar ilgi gördüğünü anlamak hiç de zor değil.
Jantar Mantar, Hindistan
Yönetmenin Hint olmasından sebep, Hindistan'dan çok örnekler görüyoruz filmde. İyiki de görüyoruz çünkü Hindistan'ın sahip olduğu bu mimari potansiyeli kaçırmış olurduk. Jantar Mantar; 1734 tarihinde tamamlanmış 19 tane mimari astronomik anıt içeren bir heykeller topluluğu olarak tanımlanabilir. Dünyadaki en büyük güneş saati de burada yer almakta ve UNESCO tarafından Dünya Mirası ilan edilmiş. Astronomik olayların çıplak gözle gözlenebileceği bu anlamsız gibi duran büyük heykeller/yapılar topluluğu aslında bir nevi rasathane.
Jaipur Sarayı, Hindistan
1700'lü yıllarda yapılmış bu saray; renkli tavan ve duvar işlemeleriyle, bahçe ve avlularıyla insanı hayran bırakan yapılardan biri. Üst kademe devlet personeli tarafından kullanılan sarayın bir kısmı müze olarak hizmet görüyor. Olası Hindistan gezisinde görülecek yerler listesine eklememek olmaz! Jaipur Sarayı'nın müthiş süslemeleri. Sarayın kapılarından biri. Tac Mahal, Hindistan Hindistan denilince es geçilmeyecek yerlerden biri Tac Mahal. Yönetmen de fonda bu şiirsel yapıyı kullanmayı unutmamış. Yapımı 1600'lü yıllara dayanan Tac Mahal, aslında bir mozole ve acıklı bir hikayenin mimarlıkla buluşmasının eseri. Kralın en gözde eşi olan Mümtaz Mahal; 14. çocuğunu doğururken hayatını kaybeder. Eşinin anısını yaşatmak ve ona olan sevgisini göstermek için o zamana kadar yapılmamış güzellikte bir yapı yaptırmak ister kral. Ve istediğine de ulaşır. Yüzlerce yıl sonra bile tüm dünya onun eşine olan aşkından haberdardır...
Tac Mahal, Hindistan
Hindistan denilince es geçilmeyecek yerlerden biri Tac Mahal. Yönetmen de fonda bu şiirsel yapıyı kullanmayı unutmamış. Yapımı 1600'lü yıllara dayanan Tac Mahal, aslında bir mozole ve acıklı bir hikayenin mimarlıkla buluşmasının eseri. Kralın en gözde eşi olan Mümtaz Mahal; 14. çocuğunu doğururken hayatını kaybeder. Eşinin anısını yaşatmak ve ona olan sevgisini göstermek için o zamana kadar yapılmamış güzellikte bir yapı yaptırmak ister kral. Ve istediğine de ulaşır. Yüzlerce yıl sonra bile tüm dünya onun eşine olan aşkından haberdardır...
Chand Baori, Hindistan
Tamamı basamaklardan oluşan bu yapı aslında bir su kuyusu. 8. ve 9. yüzyıllar arasında yapılmış bu kuyunun amacı; tüm yıl boyunca su ihtiyacının karşılanmasıymış. Müthiş bir geometri ile inşa edilmiş bu yapının en alt noktası ile en üst noktası arası 20 metre. Bu 20 metrelik yükselme ise 3500 adet basamakla sağlanmış. Bu mekanın filmde kullanımı ise filmin en sevdiğim sahnelerden birini yaratmış. İzlerken bana hak vereceksiniz...
Jodhpur, Hindistan
Yıl boyunca süren güneşli ve açık havasından dolayı "güneş şehri" olarak anılan Jodhpur'un beni etkileyen özelliği; maviye boyalı evlerinin yarattığı o harika ortam. Büyük kayalık bir kütlenin önünde dümdüz uzanan şehri oluşturan mavi kutucuklar, konut topluluklarından ziyade dalgalı bir denizi andırıyor. Şehrin sırtını dayadığı bu kaya kütlesi; 125 metre yükseklikte ve 1460 yılında üzerine inşa edilen görkemli Mehrangarh Kalesi, büyüleyici mavi şehir Jodhpur'u izlemek için en güzel yerlerden biri.
Pek de bilinmeyen bu yerler dışında, herkesin hemen neresi olduğunu bileceği turistik şehirler de filmde yer alıyor. Mısır piramitleri de filme fon oluşturuyor Eiffel Kulesi de.
İstanbul'dan da bir sahne; filmin büyüsüne kapılmışken insana aaa! dedirtiyor. Aya Sofya'nın büyüleyici atmosferi filmde çok başarılı bir şekilde kullanılmış. Tanıdık mekan Aya Sofya'dan başka, kültürümüzden bir diğer iz de dikkat çekiyor. Gerek tennureye benzeyen beyaz kıyafetleriyle, gerekse sema etmeleriyle mevlevilikten ilham alındığı çok belli oluyor...
Her ne kadar film hakkında bazı detaylar vermiş olsam da bunların hiçbirinin filmin yaratacağı etkiyi bozmayacağını, herkesin başka detaylarda, başka renklerde, başka duygularda kaybolacağını düşünüyorum. Şimdiden keyifli seyirler ve hayal kurmalar...