Lüksemburg: Avrupa’nın Atom Karıncası
Türk veya yabancı olsun kime Lüksemburg’a gidiyorum desem, yüzde beliren anlam verememe ifadesini hep “neden?” sorusu takip ediyor birkaç dakika içinde. Sahi Avrupa’nın göbeğinde, sessiz sakin duran bu küçücük ülkeye neden gidilir? Lüksemburg’ta neler yapılır?
Biraz düşününce üçüncü kez Lüksemburg’a geldiğimi fark ediyorum ve bu duruma ben de şaşırıyorum. Ama aslında çok geçerli bir sebebim var; kardeş bildiğim kuzenimin burada yaşaması! Tanıdık/arkadaş ziyareti veya yakın ülkeleri gezerken yeni bir ülke görme isteği... Sizin sebebiniz ne olur bilinmez ama bir şekilde kendinizi Lüksemburg’ta bulursanız, yabancılık hissetmeyin diye rehberiniz benden:)
Lüksemburg Nerededir?
Belçika, Fransa ve Almanya’nın arasında, yani çok merkezi bir konumda olan Lüksemburg’un alan olarak büyüklüğü yaklaşık Düzce ilimiz kadar. Yine bir kıyaslamayla nüfusunundan behsetmek gerekirse; Zonguldak’ta tüm Lüksemburg’tan daha fazla insan yaşıyor! Bu minnoşluğuna bakıp ülkeyi küçümsemeyin çünkü Avrupa’nın en sağlam ülkelerinden biri. Ülkenin atom karıncalığını anlatmak için birkaç “en”lerden bahsedeyim;
* Dünyanın en zengin ilk 3 ülkesinden biri (bu zenginliğin temelini; 19 yy’da kurulan ve halen sektörün öncüsü oldukları demir çelik endüstrisi oluşturuyor). IMF ve Dünya Bankası verilerine göre; kişi başına düşen milli gelir ortalamasında dünya birincisi.
* Avrupa Birliği’ni kuran 6 ülkeden biri. Ayrıca NATO, Birleşmiş Milletler ve OECD (Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Örgütü) gibi Dünya örgütlerinin kurucu üyesi.
* Avrupa’nın finans merkezi.
* Bankacılık sektöründe öncü ülkelerden biri (İsviçre’den sonra Avrupa’nın en büyük bireysel bankacılık merkezi. ABD’den sonra en büyük yatırım fonu merkezi).
Lüksemburg’a dair genel bir algı oluşturup, ülkeyi minnoş kategorisinden atom karıncalığa terfi ettirmeyi başarabildiysem doğru yoldayım! Gelelim ülke ile ilgili başka bir ilginç bilgiye; dünyada dükalık ile yönetilen tek ülke Lüksemburg. “Dükalık da ne?!” dediğinizi duyar gibiyim ama dert etmeyin, yalnız değilsiniz... Resmi adı “Lüksemburg Büyük Dükalığı” olan ülkede; parlamenter temsili demokrasi ile birlikte anayasal krallık sistemi de bulunuyor ve ülkeyi grandük yönetiyor. Bu monarşi, herhangi bir demokrasi veya adalet dışı uygulamaya dönüşmüyor Avrupa’da tahmin edersiniz ki...
Lüksemburg Tarihi
Başkent isimlendirmede yaratıcı ülkelerden biri olduğu söylenemez Lüksemburg’un çünkü başkentinin adı da Lüksemburg. Bu yazı, ülke genelinden ziyade başkent ağırlıklı bir yazı olacağı için kafalardaki olası karışıklıkları önceden gidereyim.
Milattan sonra 963 yılında büyük bir kale olarak kurulan şehir, bir zamanlar Avrupa’nın en güçlü kalesiymiş. Tarih boyunca etrafında yer alan büyük ülkelerin neredeyse hepsinin himayesine girmiş; Fransa, Hollanda, Belçika ve hatta İspanya! 1827 yılında büyük devletlerin koruyucu desteğiyle de olsa bağımsızlığına kavuşmuş.Lüksemburg’ta Hayat
Sakin, düzenli, stressiz, güvenli, bol yeşilli ve varlıklı bir ülke olarak burada yaşamanın pek de zor olmadığını tahmin edersiniz (tek derdiniz sakinlik ve monotonluk olur sanırım). Öncesinde bahsettiğim uluslararası kuruluşlar ve bunlarla alakalı bir çok birimin Lüksemburg’ta yer almasından, bankacılık ve finans sektörünün önemli bir merkezi olmasından dolayı beyaz yaka cenneti denebilir şehre. Çevre veya daha uzak Avrupa ülkelerinden gelen ve burada çalışan birçok expat bulunuyor.
Hem coğrafik konumundan hem de tarihi süreçten dolayı ülkede kendi yerel dilleri olan Lüksemburgca dışında bir çok dil daha bilinip, konuşuluyor. Fransızca, Almanca ve tabii ki İngilizce olarak herkesle çok rahat iletişim kurabilirsiniz. Kendi yerel dillerinin de Fransızca ve Almanca’nın bir karışımı olduğu söylenebilir.
Bu güzelliklerin yanında bir olumsuz durum var ki ülke biraz pahalı. Kişi başına düşen milli gelirin yüksekliği, orantısal olarak günlük yaşam giderlerinin de biraz yüksek olmasına sebep sanırım. Avrupa için bile; gerek yaşam, gerekse vergiler açısından diğer ülkelere oranla pahalı bir ülke.
Lüksemburg’ta Gezilecek Yerler
Dünyadaki en küçük ülkelerden biri olan Lüksemburg’un başkenti de küçük ve öyle günlerce gezilecek bir potansiyeli yok açıkçası ama yine de farklı bir gezi deneyimi vaat ediyor. Günübirlik gezi ile başkenti bir günde gezip yolunuza devam edebilirsiniz. Veya yakınlardaki başka şehirleri de gezip görebileceğiniz bir hafta sonu rotası oluşturabilirsiniz. Gidebileceğiniz başka şehirlerden de kısa kısa bahsedeceğim ama şimdilik başkent Lüksemburg’a odaklanıyorum.
Genel olarak diğer Avrupa şehirlerinden daha farklı bir tipolojiye sahip
Lüksemburg; üst ve alt kottan oluşuyor. Bir kale olarak inşa edilen eski kent
merkezi alt kotta, nehir yatağında yer alırken daha modern yeni kent merkezi
vadinin üst kotunda bulunuyor. Köprülerle birbirine bağlanan vadi, şehrin alt
ve üst kotunu birbirine bağlayan yürüyüş yolları ve asansörler daha ilk görüşte
farklı bir şehir algısı oluşturuyor.
Alzette Nehri yatağına kurulu eski kale-kent hala ayakta ve 1994 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak listelenmiş. Dar sokaklarıyla, eski taş binalarıyla nehir kıyısında sakin, sessiz ve huzurlu bir yerleşim “Villa Basse” veya “Grund” olarak adlandırılan şehrin bu kısmı. Sokaklarında ve yeşillikleri arasında nereye gittiğinizi bilmeden, kaybolarak keyifle gezilecek yerlerden biri.
Neumünster Abbey: Eski kent merkezinde ihtişamla yükselen bu eski manastır 1600’lü yıllarda inşa edilmiş ve tarihte polis merkezi/hapishane olarak da kullanılmış. Yapılan restorasyon ve yenileme çalışmaları sonrası 2004 yılında kültür merkezi olarak hizmet vermeye başlamış.
Rives de Clausen: Eski kent merkezinde yer alan bu bölge, eskiden bir endüstri bölgesiyken günümüzde cafe, restoran, barların yer aldığı ve gece hayatının Lüksemburg koşullarında oldukça hareketli olduğu bir yer.
Corniche: Deniz kıyısında yer alan şehirlerde korniş olarak adlandırılan ve sahil boyunca uzanan keyifli bir yürüyüş yolu bulunur genelde. Lüksemburg’un sahili olmamasına rağmen kornişi var! Bu kornişte deniz manzarasının yerini; nehir yatağı, bol yeşillik ve tarihi kent manzarası alıyor. Eski kentten yukarı doğru keyifli bir yürüyüş rotası olarak değerlendirebilirsiniz burayı.
Casemates du Bock: Kale surlarının üzerine inşa edildiği büyük bir kaya kütlesinin içine oyulmuş kilometrelerce uzanan geçitler ve tünellerden oluşan bu mekan, gezmek için oldukça farklı bir yer.
İlk yeraltı tünelleri kaleyi koruma ve depolama amacıyla 1644 yılında, İspanyol egemenliği altındaki dönemde yapılmış. 23 km uzunluğundaki bu tüneller, 40 yıl sonra Fransızlar tarafından genişletilmiş. 18 yüzyılda ise Avusturyalılar tarafından bir kez daha genişletilmiş. Birkaç kat halinde 40 metre derinliğe kadar inen bu tünellerden bazıları, 1867 yılında kapatılarak 17 km uzunluğuna düşürülmüş. 1933 yılında halka açılan bu tüneller, II. Dünya Savaşı’nda acil durum veya bombardıman sırasında insanlara sığınak da olmuş.
Dükalık Sarayı: Lüksemburg’un üst kotuna çıktığımızda da karşımıza tarihi taş binalar ve güzel sokaklar çıkıyor. Dikkat çeken yapılardan biri de ülkeyi yöneten grandükün resmi ikamet adresi yani dükalık sarayı. Şehir merkezinde bulunan ve insanların önünden gelip geçtiği bu saraydan; herhangi bir bakanın çıkıp, hiçbir koruma olmadan yanınızdan geçip gitmesi veya bisikletine binip sakince uzaklaşması çok olası. Bizim saraylarımıza pek benzemiyor değil mi? Belediye binası olarak 1572 yılında inşa edilen ve 1795’ten beri dükalık sarayı olarak kullanılan bu tarihi binayı, yılın belli dönemlerinde ziyaret etmek mümkün. Temmuz ve eylül ayları arasında yapılan turlara katılmak için biletlerinizi turist ofislerinden temin edebilirsiniz.
Notre-Dame Katedrali: Ülkede bulunan tek katedral olma özelliğini gösteren bu dini yapı, 17.yy sonunda gotik tarzda yapılmış. Zaten, yüksek ve sivri çatıları bu özelliğini haykırıyor adeta.
Lüksemburg şehrinde başlıca gezilecek yerleri anlattıktan sonra, yakın çevrede yer alan ve sizin de rotanıza katmak isteyebileceğiniz şehirlerden de kısaca bahsederek kapanışa doğru ilerliyorum.
Schengen
“Schengen mi? Vize de nereden çıktı?!” demenin tam zamanı çünkü çokça haşir neşir olduğumuz Schengen vizesinin isim babası olan şehir Lüksemburg’ta bulunuyor. Ülkenin tam güneydoğusunda, Fransa ve Almanya sınırlarının ucunda bulunan Schengen, üzüm bağlarıyla dolu küçük bir yerleşim. Sınırın o kadar dibinde ki arabayla beş dakika içerisinde 3 ülkede (Lüksemburg, Fransa, Almanya) bulunabilirsiniz.
Bu küçük yerleşimin en azından isim olarak hepimiz tarafından bilinmesinin nedeni; Avrupa Ekonomik Topluluğu üyesi beş ülkenin sınır kapılarındaki polis ve gümrük kontrollerinin kaldırılmasını öngören anlaşmanın burada imzalanmış olması. 1985 yılında, Almanya ve Lüksemburg arasında sınır oluşturan Moselle Nehri’nin ortasında bir teknede imzalanan anlaşmaya imzalandığı yerin adı verilmiş. Yerleşimde bu anlaşmayla ilgili bir de müze bulunuyor.
Vianden
Lüksemburg’a, Orta Çağ’dan kalma kaleler diyarı da denebilir. Ülke genelinde 50’den fazla kale bulunuyormuş. Birçoğu restore edilen bu kaleler, eski görkemli hallerini günümüzde de sergiliyor. Lüksemburg şehrinin 45 km kuzeyinde bulunan Vianden de görkemli kalesiyle meşhur bir şehir. Ünlü Fransız yazar Victor Hugo’nun 1871 yılında kısa bir süre yaşadığı şehirde, Rodin tarafından yapılan bir büstü de bulunuyor.
Larochette
Lüksemburg’un 25 km kuzeyinde yer alan Larochette, yine görkemli kalesiyle meşhur bir yerleşim. Orta Çağ ruhunu içinize çekmek isterseniz rotanıza eklemek isteyebileceğiniz bol yeşillikli, bol taşlı ve sakin bir kasaba.
Lüksemburg’a küçük dedim ama gördüğünüz üzere küçük olmasına rağmen yazılacakların hiç de az olmadığı bir şehir ve ülke. Amacınız ister yeni bir ülke görmek olsun, ister görkemli Orta Çağ kaleleri olsun, ister doğa içinde, huzurlu, sakin ve düzenli bir kent yaşamı tatmak/gözlemlemek olsun, Lüksemburg’un size katacağı bir şeyler mutlaka vardır. Şimdiden keyifli keşifler!