Mezopotamya’yı Seyreden Şehir: Mardin
Zinciriye Medresesi’nin çatısındayım. Yanımda, medresenin sarı-turuncu renkte taşlarla örülmüş, yivli, büyük kubbesi. Önümde ise gözümün alabildiğince uzanan Mezopotamya. Kahverengi tonlarda uzanan ovaya, güneşi henüz uğurlamanın verdiği hafif kızıllık eşlik ediyor. Bir de uçuşan güvercinler. Tarihe tanıklık eden, hatta tarihin ta kendisi olan bu coğrafyayı derin derin solumak bile yeteri kadar büyüleyici değilmiş gibi, üzerine doğa anadan bir güzellik daha geliyor. Gökyüzü bir anda renkten renge bürünüyor: turuncu, kızıl, mor... Sanırım boyut değiştiriyorum, çünkü bu dünyada şimdiye kadar tanıklık ettiğim bir durum değil karşılaştığım. Güvercinler bu duruma birçok kez tanıklık etmiş olmanın verdiği umursamazlıkla renk cümbüşünde kanat çırpmaya devam ederken ben, yanımızdaki Mardinli’lerden bu büyülü atmosferin sebebinin Suriye’deki kum fırtınası olduğunu öğreniyorum. Yüzümde beliren hafif bir gülümsemeyle renklerin, coğrafyanın ve algımın keyfini çıkarıyorum.
Şimdiye kadar; biri iş gezisi olmak üzere üç kere Mardin’e gitme şansım oldu. Ama Mardin deyince ilk aklıma gelen; yukarıda anlattığım o an ve yarattığı hissiyat olur hep. Bazı yerler vardır, ne kadar gitmiş olsanız da hep yine gitmek istediğiniz. Benim için Mardin bunlardan biri. İşte bu yüzdendir arkadaşlarımın Mardin’den başlayan Güneydoğu planına hemen dahil oluşum ve kendimi bir kez daha safran rengi, dar sokaklarda buluşum.
Mardin Havaalanı’nda başlayan gezimizde rotamız, sadece Mardin merkezle sınırlı kalmıyor çünkü kiraladığımız araçlarla daha özgürce hareket edebiliyoruz. Bildiğimiz yerlerin dışında, yerel insanlara sorarak da yeni yerler keşfediyoruz. Mardin’in yakın çevresinde bulunan ve sizin de görmek isteyeceğiniz bu yerlerden de yazıda kısaca bahsedeceğim.
Mardin’in Tarihi ve Önemi
“Mezopotamya” kelimesini herkes en azından tarih derslerinden hatırlayacaktır sanırım. O meşhur: Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan verimli topraklar! Mardin; işte bu Mezopotamya Ovası’nın ortasında yükselen, kalker ve lavlarla örtülü bir dağın yamacına kurulmuş, ilk çağlardan beri insanlık tarihinde büyük öneme sahip olmuş bir yerleşim. Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunduğunu ekleyince bu önem daha da pekişecektir sanırım.
Kuruluşu M.Ö 3000 yılına dayanan bu şehir; birçok uygarlığa, dine, etnik gruba ve mezhebe ev sahipliği yapmış ve yapmaya da devam ediyor. Mardin’den kimler gelip kimler geçmemiş ki! Tarih derslerinde duyduğumuz birçok medeniyetin, hatta fazlasının izi var Mardin’de: Subarular, Sümerler, Akadlar, Hititler, İran asıllı Midiler, Asurlar, Urartular, Mitannîler, Aramîler, Persler, Romalılar, Sasanîler, Bizanslılar, Hamdanîler, Mervanîler, Türkmenler, Artukiler, Eyyubîler, İlhanlılar, Karakoyunlu ve Akkoyunlu Beylikleri, Safevîler ve Osmanlılar! Mardin’i 300 yıl boyunca başkent olarak kullanan Artuklular, günümüzde özellikle mimari açıdan kentte en çok izi bulunan medeniyet.
Tarihin içinde fazla boğulmadan, sadece Mardin sokaklarını gezerken bile bu şehrin ne kadar görmüş geçirmiş, köklü bir şehir olduğunu kolaylıkla anlayabiliyor insan. Bunda en önemli etken tabii ki mimari. Bir şehrin sadece yapılarına bakarak bile o şehrin ne kadar önem teşkil ettiğini tahmin etmek mümkün. Çünkü bu önem ve varlığın yansıdığı ilk yerler, insanların inançları doğrultusunda yaptıkları dini yapılar veya kendi yaşam alanları oluyor.
Mardin Mimarisi
Yamacına kurulduğu tepeyi basamak basamak saran, sarı kalker taşından yapılmış evler, birbirlerinin omuzları üstünden yüzyıllardır güneşi mi yoksa Mezopotamya’yı mı hayranlıkla izler bilinmez ama hayranlık dolu bakışlarıma maruz kalma sırası bu sefer onlarda. Taş binalar yeteri kadar muhteşem değilmiş gibi, bir de taş oyma işçiliğinin detaylarında boğulup gidiyor insan.
Kapalı, açık ve yarı açık mekan kurgusuyla, iç avlulu ve teraslı plan şemasıyla, hem iklimsel veriler hem de yerel malzeme doğrultusunda şekillenen yere özgü çözümleriyle mimari anlamda günümüzde bile örnek teşkil edecek bir bilgelik barındırıyor Mardin. Ufak örneklerle yazdıklarımı biraz daha anlaşılır kılmak ve küçük mimari okumalar yapmak gerekirse;
* Alçak katlı, teraslı binalar birbirlerinin manzarasını ve güneşini kesmiyor.
* Dar sokaklar ve abbara geçitleri, sıcak iklimde insanları güneşin etkisinden koruyor.
* Kolay işlenen kalker taşından yapılan oyma ve desenler, evleri adeta sanat eserine dönüştürüyor.
* İç avlulu plan mahremiyet ihtiyacını karşılıyor.
* Yüksek tavanlar sıcak iklimde mekanların daha serin olmasını sağlıyor.
Mardin’de Gezilecek Yerler
Tarihi binlerce yıl önceye dayanan, birçok kültüre ve dine ev sahipliği yapan şehirde gezilecek yerler; camiden kiliseye, türbeden manastıra ve medreseye çok çeşitlilik gösteriyor. Bir de Mardin’in İpek Yolu’nda bulunan şehirlerden biri olduğu da eklenince, bu çeşitliliğe çok sayıda han ve kervansaray da dahil oluyor. Tabii ki varlıklı tüccarların işlemelerle bezeli taş konaklarını da unutmamak gerek!
Mardin Müzesi: Hemen kent merkezinde yer alan bu müze binası 1895 yılında Antakya Patriği tarafından Süryani Katolik Patrikanesi olarak inşa edilmiş. Çeşitli kullanımlar sonlarında 1995 yılında restore edilerek müzeye dönüştürülmüş. Süryani mimarisinin güzel bir örneği olan bu üç katlı müze binasının kendisi bile ziyaret etmeniz için yeterli bir sebep bence.
Ulu Camii: Mardin’in en eski camiisi olan bu yapının, kimler tarafından ve ne zaman yapıldığına dair farklı bilgiler var. Ama bu çeşitliliğe rağmen, yapının günümüzdeki halini Mardin Artukluları döneminde, 12.yüzyılın sonlarında aldığı düşünülüyor. Camiinin işlemeli minaresi; hiç eksik olmayan güvercinleriyle ve arkasında fon oluşturan Mezapotamya ovasıyla Mardin fotoğraflarının vazgeçilmez öğelerinden biri.
Kız Meslek Lisesi ve Gazi İlkokulu: Merdivenlerle yükselen bir sokağın sonunda bulunan, işlemelerle kaplı giriş kapısı; sizi ne kadar güzel binaların beklediğini uzaklardan müjdeler gibi. İki okul binasından oluşan bu kompleksin inşaat tarihi tam olarak bilinmemekte ama Osmanlı dönemde Mardin’deki ilk eğitim-öğretim binası olduğu biliniyor. Kesme taştan, Selçuklu tarzında yapılan yapılar, son restorasyonu üzerinden 102 yıl geçtikten sonra, 2012 yılında restore edilerek günümüzdeki halini almış. Tekrar ilkokuldan okumaya başlama isteği uyandıran bu binaları görmeyi es geçmeyin.
Mardin Kalesi: Şehrin kurulduğu tepenin üst kısmında konumlanan ve yaklaşık 3 bin yıllık geçmişe sahip kale “kartal yuvası” olarak adlandırılıyor. 1963 yılında NATO tarafından kaleye kurulan radar nedeniyle halka kapalı olan kalenin tekrar ziyarete açılacağına dair haberler var ama ne zaman olur bilinmez... Yani şu an sadece uzaktan bakabileceğiniz bir kale.
Kasımiye Medresesi: 1469 yılında inşa edilen bu medrese, Mardin yapılarının en büyüklerinden ve tek bir avlu etrafında dizili iki katlı mekanlardan oluşuyor.
Eski PTT Binası: 1890 tarihli bu taş bina, belki de dünyadaki en güzel postanelerden biri! Uzun yıllar postane binası olarak hizmet veren yapı; restore edilerek 10 yıllığına Artuklu Üniversitesi’ne kiralanmış. Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu Uygulama Oteli olarak hizmet veren bu eski binanın avlusuna girip gezebilir, terasından Mardin’i izleyebilirsiniz.
Zinciriye Medresesi: 1385 yılında Artuklu mimarisinde yapılan iki katlı bu taş medrese, taş işçiliği ve tipik yivli (veya dilimli) kubbesiyle dikkat çekiyor. Tepenin üst kısımlarında, Mardin Kalesi’ne yakın konumdaki bu medresenin bu kadar yukarı inşa edilmesinin sebebi; gözlemevi olarak da kulanılması. Her tarihi yerde veya sokaklarda olduğu gibi burada da size rehberlik yapmak isteyen tatlı Mardinli çocuklar göreceksiniz. Avluda yer alan havuzun simgelediği doğum-yaşam-ölüm döngüsünü bir de onlardan dinlersiniz belki.
Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi: Eskiden süvari kışlası ve vergi dairesi binası olarak kullanılan bu taş yapı, restorasyon sonrası 2009 yılında müze ve sanat galerisi olarak kullanılmaya başlanmış.
Dar Sokaklar: Bilinçsizce sokaklarda kaybolarak gezmeyi sevenler için mükemmel bir yer Mardin. Merdivenlerle veya abbaralarla birbirine bağlanan dar, taş sokaklar ve renkli kapılar, pencereler insanı kendine hayran bırakıyor. Devlet tarafından düzenlenerek daha da güzelleşen sokaklara rastlamak da mümkün gezerken. Mardin Müzesi’nin arka kısımlarına denk gelen Kültür ve Sanat Sokağı bunlardan biri mesela. Yolunuzun düşmesini isteyeceğiniz sokaklardan biri.
Mardin Yakın Çevresinde Gezilecek Yerler
Eğer arabanız varsa rahatlıkla gidebileceğiniz, en az Mardin kadar etkileyici başka yerler de bulunuyor yakın çevrede. Belli bir rota oluşturacak şekilde sırayla bahsetmem gerekirse:
Deyrulzafaran Manastırı: Mardin’in birçok kültüre ve dine ev sahipliği yaptığından bahsetmiştim öncesinde. Süryaniler bu örneklerden en köklüsü belki de çünkü yaklaşık 5000 yıldır bu topraklardalar. Pagan inanışlı Arami ırkından gelen Süryaniler, dünyada kitlesel olarak Hristiyanlığı benimseyen ilk toplum. Kullandıkları Arami dilinin ise Hz.İsa’nın zamanında kullanılan dile en yakın dil olduğu belirtiliyor.
Beşinci yüzyılda inşa edilen Deyrulzafaran Manastırı Süryanilerin en önemli merkezlerinden biri. 1932 yılına kadar 640 yıl boyunca Süryanilerin patriklik merkezi olarak kullanılmış. Merkez günümüzde Şam’a taşınmış olsa da buranın önemi hala baki. İlk olarak güneşe tapanların mabedi olarak kullanılan bu devasa yapının bodrum katında sabahın ilk ışığının süzülerek içeri girdiği odayı ziyaret etmek de mümkün. Mardin’e 4 km uzaklıkta bulunan ve hala aktif olarak kullanılan bu manastırı rotanıza eklemeyi unutmayın.
Dara: Mardin’e 30 km mesafede bulunan Dara Antik Kenti’ne giderken iyice Suriye sınırına yaklaşıyoruz ve sınıra paralel ilerliyoruz. Eski Mezopotamya’nın en önemli kentlerinden biri olan Dara antik kent kalıntıları; kaya içine oyulan yapılar, kaya mezarları, kilise, zindan, su bendi gibi çok çeşitli yapılar barındırıyor. İçinde bulunduğu Oğuz Köyü ise; taş köy evleri arasında gezip, yerel insanlarla konuşup, gülen gözleriyle karşılaşacağınız sevimli bir yer.
Beyazsu: Midyat’a yaklaşırken (15 km mesafede) vardığımız Beyazsu, Mardin’in kurak ve ağaçsız coğrafyasının bir anda değişip yeşile büründüğü bir yer. Mardin’de kahvaltı yaptığımız yerde mekan sahipleriyle konuşurken önerdikleri bu yeri tabii ki es geçmiyoruz. Beyazsu Nehri boyunca dizili lokantaların hepsi nehir üzerine kurulu platformlarıyla gelenlere güneydoğu sıcağında serinlik ve dereden yakaladıkları balıklarla lezzet sunuyor.
Midyat: Tıpkı Mardin gibi açık hava müzesi tadında bir yerleşim daha! Taş konaklar, kemerli geçitler, safran rengi, ezan ve çan sesleri eşliğinde keyifle sokaklarında kaybolup, belki de küçük bir Midyat’lı rehber eşliğinde yolunuzu bulacağınız büyülü şehir.
Mor Gabriel Manastırı: Midyat’a 18 km mesafede bulunan, Süryaniler için önemli başka bir manastır. Bir zamanlar içerisinde sayısız kitabın olduğu kütüphanesi ve binlerce öğrencinin olduğu teoloji yani din bilimi fakültesi varmış.
Mardin’e Ne Zaman Gidilir, Nerede Kalınır?
Mardin, Güneydoğu’da yer aldığı için tahmin edersiniz ki yaz mevsimlerinde ciddi sıcaklarla karşılaşacaksınızdır. Güneş ve sıcaktan etkilenmeden rahatça gezebileceğiniz mevsimler ilkbahar ve sonbahar ayları olacaktır. Bizim son gezimiz mayıs sonlarında olmasına rağmen yine de oldukça sıcak bir havayla karşılaştık ama bunun yanında yeşeren doğayı görme fırsatımız da oldu.
Mardin’de eski kent merkezinde kaldığım, geleneksel mimari örneği taş yapılar olan iki farklı otelin ikisini de konaklama seçenekleri olarak tavsiye edebilirim. Bunlar; Zinciriye Otel ve Artuklu Kervansarayı.
Yine kısa kesemediğim bir yazı oldu ama inanın ki Mardin bundan da fazlasını hak ediyor... İnanmıyorsanız gidin kendi gözlerinizle görün ve “Sezin abartmışsın yahu!” diyin sonrasında. Ama bunu duyacağımı pek sanmıyorum:) Keyifli geziler olsun şimdiden!